PAZAR AKŞAMLARI
İnsanoğlunun zamanı suni bir şekilde parçalara bölmesinin en çok anlam kazandığı nokta herhalde hafta olmuştur. Yıl zaten vardır; elimizin altında bir takvim olmasa da yılların geçtiğini mevsimlerden kolayca anlarız. Günler öyle bariz şekilde başlar ve biter ki geçtiklerini anlamamak imkansızdır. Ama hafta kavramı bambaşkadır. Yedi günü bir araya getirip -dürüst olmak gerekirse- kafamızdan uydurarak son derece yapmacık bir şekilde oluşturduğumuz bir zaman birimidir bu. Bu zahmete girmemizin sebebi de aslında günlere biraz daha anlam katmaktır. Örneğin -istisnai durumlar hariç- pazartesi sabah hepimizi kolektif bir mutsuzluk bekler çünkü iş vardır. Hafta ortasına doğru bu mutsuzluk bir umut ışığı ile aydınlanmaya başlar. Cumaları ise -yine istisnai durumlar hariç- neşemiz pek yerinde olur. Hafta sonundan uzun uzun bahsetmeyi çok gerekli görmüyorum.
Benim içinse haftanın en ilginç ve dikkate değer zamanı pazar akşamlarıdır çünkü gerek iş gerek eğlence anlamında uzun bir koşuşturmadan sonra pazar akşamları gelip çatar. Ve biz duraksarız… Artık elimizde fırtına gibi geçen o koca haftaya dönüp bakma fırsatı vardır, haftayı tamamlamanın, zincire de bir halka daha eklemenin huzuru da vardır. Evet, pazar akşamları huzurludur. Dışarı çıkmak pek istemeyiz ya, yine de çıkacak olsak hafta içi canımızı sıkan hatta canımızı yakan trafik bile durgundur. Sokaklar bile bomboştur diyerek abartılı bir şey söylemek istemem tabii ki ama tenhadır demekte de bir sakınca görmüyorum.
Bazen bu huzuru paylaşacak bir ailemiz de vardır yanımızda ve kuvvetle muhtemel geçen o koca haftada yaptığımız her şeyi onlar için yapmışızdır. Babadan başlayalım: bütün hafta çalışıp didinmiş ve ailesinin geçimini sağlamış, hafta sonu da onları bir yerlere gezmeye götürmüş bir adam hayal ediyorum. Huzurla yan gelmiş bir kanepede uzanıyor. Anne de aynı şekilde babadan eksik kalmayarak bütün hafta boyunca çalışmış, üstelik ataerkil toplum yapısının dayatması ile bir sürü de ev işi yapmış ama o da mutlu. Çocuk sayımız iki olsun. Onlar da bu geçen hafta boyunca okullarına gitmişler, hafta sonu da ebeveynlerinin peşinden ayrılmayıp onlara neşe kaynağı olmuşlar. Şu anda biri yere uzanmış oyuncakları ile oynuyor; diğeri masada tabletini kurcalıyor.
Peki pazar akşamları yalnızlık insana mutsuzluk mu verir? Tabii ki hayır. Şehirli bekar bir erkek hayal edelim: hafta içi tıpkı baba gibi o da çalışmıştır. Artık hayatımızdan yavaş yavaş silinen pandemi belasına nispet yaparcasına akşamları dışarı da çıkmış ve belki de yeni biri ile tanışmıştır; pazar akşamının huzuru bir heyecan ile karışmıştır. Ya da uzun zamandır takip ettiği bir dizinin dört gözle beklediği yeni sezonu favori dijital platformunda nihayet yayınlanmıştır ve hafta içi işten güçten vakit bulamadığı için ancak bu ana yani pazar akşamına kalmıştır. Kısacası yaşadığı huzurun aileden aşağı kalır yanı yoktur.
Yaşlı insanlar ömürlerinin pazar akşamını yaşadıkları için üzerlerine söylenecek çok fazla şey yoktur ama ben yine de değineceğim. Genelde erkenden yattıkları için onların pazar akşamları aslında biraz daha kısa olur ama yine de bu kısacık zamana çok şey sığdırırlar. Mesela az önce aşağı yukarı her akşam yaptıkları gibi çocukları/torunları ile konuştular, seslerini duyup iyi oldular. Zaten ömürlerinin bu en sakin dönemlerinde pazar akşamları iyice huzurla doldular. Sakın, artık çalışmadıkları ve her günün onlar için bir tatil günü olduğunu düşünüp, anne-babadan ya da şehirli bekar arkadaşımızdan daha az huzurlu hissettiklerini düşünmeyin. Pazartesi sabahı mutsuzluğu nasıl kolektifse, pazar akşamı huzuru da öyle kolektiftir ve yediden yetmişe genç-yaşlı herkesi sarıp sarmalar. İhtiyarlarımız şu anda da televizyon açık tatlı tatlı sohbet ederek birazdan yatmaya hazırlanıyorlar.
Derken üç evi de etkisi altına almış bu huzurlu ortam çocuğun “anne yarına ödevim vardı; yapmayı unuttum” demesi ile bozulur ve biz bir şeylerin sona ermeye başladığı o ana hep birlikte ulaşırız. Ve işte bu yüzden pazar akşamları hüzün akşamlarıdır bir yerde. Nispeten özgür olduğumuz o kısacık hafta sonundan sonra tıpkı vakitsiz ölen bir genç kızın ölümü gibi hüzün verir bize. Vakitsiz ölen çünkü tıpkı bir genç kız gibi bizim de daha yapılacak çok şey vardır hayatımızda ve hafta sonunda. Pazar akşamları, artık orta yaşlarımızda olanlarımıza özgü “ömrüm nasıl geçti gitti” melankolisini de verir. Basit bir analoji ile pazartesi sabahları hepimiz yeni doğan bir bebek gibi ağlayarak yataklarımızdan kalkarız; büyüdükçe hayata olan ilgilimiz de artar, tıpkı geçen haftaya alışmamız gibi. Tam hafta sonunda her şeyin sırrını genç bilgeliğimiz ile çözmek ve hayatın tadını doyasıya çıkarmaya hazırlanırken (hatta kısa süreliğine çıkarmışken), pazar akşamları karabasan gibi çöker.
Pazar akşamları çok önemsiz gibi görünse de, aslında bir sondur. Evet yukarıda verdiğim abartılı örnekteki gibi belki bir ömrün sonu değildir ama minik minik parçalara böldüğümüz o zaman birimlerinden birinin sonudur. Üstelik sonlarına doğru çok da zevkli geçen bir zaman biriminin… Mesela bir çoğumuz için salı ya da çarşamba akşamları çok da bir şey ifade etmez çünkü ikisi de birbirine bu kadar zıt iki zamanı birbirinden ayırmaz. Oysa pazar akşamlarının arkası aydınlık önü karanlıktır.
Hepimiz birine umut vermek için kullanılan “tünelin ucunda ışık göründü” ifadesini biliriz, değil mi? Oysa hayatta öyle anlar vardır ki bazen bir tünele girdiğimizi ve ışığın arkamızdan yavaş yavaş kaybolduğunu görürüz. (Tabii hiçbirimiz bu durumu deyimleştirme zahmetine girmemiştir). İşte pazar akşamları aslında tam da böyle bir durumun ortasına atar bizi. Hafta sonu arkamızda kalan ışıktır ve işe gideceklerimiz için pazartesi sabahları karanlık bir tüneldir. Hikaye nasıl devam ediyor hepimiz biliyoruz ve bende kelimeler bitti.

Yorumlar
Yorum Gönder