Gülüş
Bir masanın etrafına toplanmışız. Etrafta uzun süredir görmediğimiz arkadaşlarımız... Yeni veya yeniden yapmaya başladığımız şeylerden heyecanla konuşuyoruz. Bu mutlu ortamın hakkını vermek için konularımızı özenle seçiyoruz ki tatsız mevzular açılmasın. Biraz sonra bir garson mekana gelirken mutfağa bıraktığımız pastayı üzerinde yanan mumlar ve maytaplar ile masamıza getirdiğinde herkesin yüzünde bir gülümseme oluşuyor. Ya da bir şaka duyduğunuzda… Mutlu bir haber aldığınızda… Yüzümüzde yine böyle bir gülümseme oluşmaz mı? Oluşur elbette. Ve bunun gibi binlerce durum sayabiliriz yüzümüze bir gülümseme konduracak.
Bizi gülümseten bir andan sonra o gülüş yavaş yavaş kaybolur ve ben bu anı hep hüzünlü bulmuşumdur. İnsanların ara vermeden mutlu olamayacağını bilecek kadar yaşlı ve gerçekçi biriyim; hatta zaman zaman mutlu anlarımız ile güzel bir zıtlık yaratsın diye mutsuz olmak içinde bile bile bir şeyler yaptığımızı bile düşünürüm. Acının insan benliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu bence yadsınamaz bir gerçek. Zaten bu söylediğimin o gülüşün yüzümüzden kaybolma anı ile pek ilgisi yoktur ama gülüş yine de kaybolur gider.
Peki yüzümüzdeki gülüşten nereye döneriz? Fiziksel olarak gittiğimiz bir yer elbette yoktur ama ruh halimiz bir çok kişinin aslında beğenmeyip yetersiz bulduğu sıradan diyebileceğimiz durumuna döner. Bu durumdur ki aslında hayatımızın bir çoğunu aslında böyle harcarız. İnsan yazının başında bahsettiğim gibi o gülümseme anını sonsuza dek tutamadığı gibi hüzünlü, kızgın ve ağlamaklı anlarını da sonsuza dek yüzünde tutamaz. Peki gülümseme mutluluk, ağlama hüzün, kaş çatma öfke ise bir çocuğumuzun gün içinde sahip olduğu ve bu saydığım duygulardan hiçbirine tekabül etmeyen yüz ifademiz nedir? Bence bu huzurdur.
Hani bazı havalar vardır, üzerinizdeki kıyafete tam olmuştur; dileriz ki ben hep bu kıyafetle dolaşayım ve havada hep bu sıcaklıkta olsun ve bu an sonsuza kadar sürüp gitsin. Bu pek tabii mümkün değildir; mevsimler değişir, kıyafetler değişir, ruh halleri değişir ve bu çocukça isteğimizi gerçekleştirmenin mümkün olmadığını olgun zihnimizle anlarız. Gülüş de tıpkı havanın o güzel anı gibidir aslında. Her durumda yüzümüze gülümseme olarak yansımasa da mutlu anlarımızın sonsuza dek sürmesini güzel havaların sonsuza dek sürmesini istediğimiz çocuksu saflıkla isteriz. Fakat yukarıda da bahsettiğim gibi durum maalesef böyle değildir. Hayat çoğunlukla sıradan ama huzurlu anlarla doludur.
Bir de madalyonun diğer tarafına bakalım: yüzümüzden gülüşün yavaş yavaş silinmesi gibi mutsuz ve öfkeli anlar da silinir. Akla ilk gelen soru ise: peki aynı hızla mı? Benim bu soruya cevabım hayır olacak çünkü maalesef kötü ve olumsuz duyguların yüzümüzde daha inatçı bir şekilde kaldığını bir çok durumda gözlemleme fırsatım oldu. İnsanların aldıkları kötü bir haber üzerine saatlerce hatta günlerce suratları asık gezdiğini, verdikleri kısa aralıkları saymazsak yüzlerindeki bütün kasları acımasızca kullanarak yine saatlerce kaş çattıklarını gördüm.
Bu durumu herhalde izafiyet ile kabaca açıklamamız mümkün olacak: tıpkı mutlu anlarda zamanın çok hızlı geçmesi gibi güzel bir tesadüfün yarattığı gülümseme kısa bir lahzada yok olurken, zor ve sıkıntılı anlarda zamanın ayağını sürümesi gibi çatık kaşlarımız bizi de uzun bir süre terk etmez. Aslında bu, yüz hatlarımızın felsefi ve fiziksel bir konsepte verdiği yerinde tepkidir de diyebiliriz. Bizim yıllardır nasıl olur da zaman farklı durumlarda farklı hızla akar sorumuzu yüzümüz çoktan cevapmış ve verdiği tepkiler ile çoktan bu duruma uyum sağlamıştır.
Peki hal böyleyken hiçbir şey hissetmemeli miyiz? Mesela tam bir arkadaşımızın şakasına gülecekken nasıl olsa kısa süre sonra yüzümüzden silinip gidecek diye ya da bir şeye öfkenlenmek ya da üzülmek üzereyken ya uzun süre bu ifadeyi yüzümden atamam diye korkmalı mıyız? Bütün duygular insanlar için vardır aslında. Yüzümüze konduracağı ifadeyi pek düşünmeden hepsi tek tek hissedilmeli bence çünkü bütün sanat eserleri unutmayalım ki bu duygular etrafında şekillenmiştir ve eğer yaratıcıları karakterlerinin bu duyguları hissetmesine izin vermeseydi ya bu eserler hiçbir zaman vücuda gelmezdi ya da gelse bile ölümüne sıkıcı şeyler izlemek, okumak, dinlemek zorunda kalırdık.
Mesela Leonardo da Vinci Mona Lisa’sını gülümserken ya da somurturken çizebilirdi ama belki de Mona Lisa’yı işte tam böyle bir anda yüzünden gülümsemesi silinirken yakalayıp resmetmiştir. Ya da sıradan bir yüz ifadesinden gülüşe geçerken…
Çok güzel
YanıtlaSilEline sağlık
YanıtlaSil