Ağrı

 

Ben bedenimde bir ağrı ile doğdum. Daha kendini bile bilmeyen bir bebekken  kahrolasıca ağrı bana neler etti bilmiyorum ama onu tüm varlığı ile ilk kez hissettiğim anı daha dün gibi hatırlıyorum.


Bir bahar günü okulu ekip de kuzu kulağı toplamaya gittiğimizde tanıştım ilk kez. Gri kumaş pantolonlu paçalarımızı ıslatan yemyeşil tarlalardan geçtik de hiçbirimizin aklına ertesi gün hocadan yiyeceğimiz dayak gelmemişti. Her yer alabildiğine bahar… Yaşımızdan ve halimizden o kadar mutluyduk ve ölümden öyle uzaktık ki Azrail çıksa karşımıza bir gülümseme ile devirecektik. Yahut hiç bunlara gerek kalmadan onu çocuk aklımızla görmezden gelecektik ki çok şükür karşımıza çıkmaya cesaret edemedi. Yalnızca arkadaşlardan biri sakarca ayağını taşa takıp çürük tahta bir köprü ile daha yeni üzerinden geçtiğimiz azgın nehre kendini kaptırayazdı. Hüzünlü bir kuzu meleyişinin çınlattığı dağların arasındaki bol otlu tarlaya ulaştığımızda duygumuz yorgunluk ve mutluluk idi. Bol bol yedik… Ekşilik önce ağzımızdan başlayıp, yemek borularımızda tadını bırakarak midemize indiğinde öyle keyif aldık ki bu bedava lezzetle neredeyse akşam yemeğini çıkarıyorduk. Ama kendimi bildim bileli zayıf olan bedenim yine yaptı yapacağını ve midemden bir isyan başlayıverdi. Arkadaşlar iyiydi, bense zayıf… Hatırlamadığım bebeklik günlerimden sonra işte ağrı ile  ilk kez orada yeniden karşılaştım. Beni önceden tanıdığı o kadar belliydi ki hiç arayıp sormadan karnımda beliriverdi ve beni öyle sevdi ki bütün gece orada kıvrıldı yattı.


Hocanın sigara kokan odasında çaresizce cezamızı beklerken ağrı arkadaşım hala benimleydi. Dünkü neşesi yoktu belki ama gene de bizi uzaktan izleyen ama sevgisinden emin olduğumuz bir arkadaş gibi yalnız bırakmadı beni. Hocanın ayakları kapıdan girdi, yüzü yok çünkü bakmadım. Bakmadım çünkü yüzüne bakmak ve göz göze gelmek beni gördüğünden emin olmak demekti. Eğer gözleri gözlerimi yakalamazsa belki de bu utanç ve acı anından yok olarak kurtulabilirdim. Ama öyle olmadı adımı söyleyip yüzüne bakmamı emredince buradan çıkmanın tek yolunun yeni boyanmış tiner kokan beyaz kapıdan olduğunu anladım. Odası gibi sigara kokan eli, kulağıma öyle bir asıldı ki kan bütün bedenimden çekilip küçücük kulağıma hücum etti ve gelirken yanında midemdeki ağrıyı da getirdi. Çekilen kulağımın tarafındaki yanağıma yediğim bir şamarla cezamı tamamlamış odadan çıkarken kulağımda ve yanağımda zonklayan ağrının beni asla terk etmeyeceğinden habersiz neşe ile arkadaşlarımla gülüyordum ama ağrı artık geri dönmüştü.


İlkokulumuzun bahçesinde mavi önlüklerimizin bize verdiği masumiyete güvenerek elimi omzuna attığım ilk aşkım da ağrının yer değiştirmesine neden olmuştu. Zevzek arkadaşlarımın şaka zannederek kızın babasına aşkımızı deyivermesi ile kendimi bir fırının sıcak duvarına sıkıca batırılmış buldum. Ettiği tehditlerin ve hakaretlerin teferruatına girmeyeceğim ama hocanın cezasından sonra kulağıma ve yanağıma yerleşen o ağrı oradan hareket edip zehir gibi bir korku ile önce yüreğime sonra mideme yerleşiverdi. Korkunun ağrıya sebep olabileceğini de işte zam o zaman anladım. Tıpkı zevkin de olabileceği gibi…


Daha insanların istila etmediği bir sahilde oturmuşuz; burnumuzda denizle karışmış bahar kokuları… Vücudumuza karşı adeta ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi duyduğumuz büyük bir şaşkınlıkla zihinlerimiz karışık ama kalbimiz çok net. Aşkı ilk kez bütün vücudumda bütün organlarımla hissediyordum. Önce dudaklarımdan başladı ki onları sadece yemek yemek için kullanmıştım; sonra ellerimde hissettim ki hiç böyle yumuşak şeylere dokunmamışlardı; en sonunda ta kasıklarıma kadar indiler ki işte o anda en son midemde zehir gibi bir korku ile hatırladığım ağrı birden oraya indi. Daha önce hiç bedenimden çıkmak istercesine zorlamamıştı beni.


Önce korku ile karnımda sonra bedenimi keşfetmem ile kasıklarımda hissettiğim ağrı ben biraz daha büyüyünce rahat durmadı. Hiçbir tensel girdisi olmayan ilk aşkım ile tamamen tensel olsan ikinci aşkım bir gün bir olup başımı belaya sokmaya karar vermiş olacaklar ki sonunu ayrılık ve acı ile biten bir maceraya soktular beni. Tıpkı bütün baharların bana yaptığı gibi o bahar da beni hasta ve sarhoş etti. Okuldan bu esriklik ile ayrılırken, coşkum sıcak ve güneşin huzmelerinin parça parça kestiği çam kokulu dağlara taşındı. Yazın sıcağı artıp adeta elle tutulur gözle hale gelirken, ben de neredeyse duygularımın somutlaştığını gördüm. Bu onları son görüşüm oldu aslında çünkü sabırla beklediğim yaz tatili bitip de okula geri döndüğümüz hava ile birlikte her şey soğumuştu. Buz gibi bir yüz gördüm ve ağrı kalbime taşındı. Ben de onu yıllarca taşıdım.


Büyümek eğer yaşta ölmezsek herkesin kaderidir. Ben de büyüdüm. Hem de öyle bir büyüdüm ki ruhum da bedenime eşlik etti. En son yüreğim bıraktığım ağrım kaybolmadı ama küçüldükçe küçüldü ve bir nokta halini aldı. Evet büyüdüm; hem de büyümenin bütün zorluklarını tattım. Eksiden kuzu kulağı ile doyan karnım artık başka başka yiyecekler çekti ama hiçbirini gidip tarladan toplayamadığım için çalıştım ve o zaman fark ettim ki kalbime bir aşk acısı ile yerleşen ağrım sırtımdan bir ürperti ile geçip ensemden başımın arkasına yerleşiyordu. Hem de öyle daha önce yaptığı gibi birden değil yetişkin yaşamımın bana sunduğu her zorlukta ensemde belirip başımın arkasına bir bıçak gibi saplanıyordu. Aslında hala da saplanıyor.


Ayağımı yere vurduğumda ayağımda, elimi kestiğimde parmağımda, biraz çok oturursam belimde ve uzun otobüs yolculuklarında dizimde… Şimdi hayatımın -bir şaire göre- ortalarında tıngır mıngır sallanırken ağrı artık nereye gider bilmiyorum; tıpkı kendim nereye gideceğimi bilmediğim gibi.


Yorumlar

  1. Yüreğin acı görmesin dostum. Çok güzel yazmışsın.

    YanıtlaSil
  2. Kaleöin hergün daha da kuvvetleniyor. Tebrik ederim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felaketlerin Aniliği

Kim Olduğunu Biliyorum

Köpeğin Rüyası